15 Eylül 2013 Pazar

14.

yaşamı boyunca bir kez mutluluğu tattığını söyleyen biri,
bir gün şöyle dedi bana:
"ah! insanlar, bir kez mutluluğu yaşamış olsalardı, hiç
değilse mutluluğu düşlemiş olsalardı yeryüzünün düzeni
çok çabuk değişirdi. ne yazık ki, insanlar, çoğu kez, bir
şeye sahip olmayı mutluluk sanıyorlar."


---------------------------------------------------------------------------------------------------

ütopya

13.

rimbaud'un ünlü sözü:
"je est un autre."

nasıl çevirmeli?
rimbaud, "ben başkasıyım" demiyor,
"ben bir başkasıdır" diyor.
buradaki ben, rimbaud'un kendisi değil.

ben, sizin bildiğiniz ben değilim.
bende bir başkası var.
ama her başkasında bir ben yok
rimbaud'un sözü, sanırım, en az
sözcükle dile getirilmiş has sanatçının tarifi.




----------------------------------------------------------------------------------------------------

herkeste bir başkası var. bulmakta, tarif etmekte, somut olarak, yani aynada görünmeyeni anlatmakta zorlanıyoruz sadece. sanatçı bu başkasını daha kolay görüyor, beyninin sağ lobu daha iyi çalıştığındanmış.. sol lobu daha iyi çalışanlar durumu böyle açıklıyor.

insan içindeki başkasıyla ne kaar iyi tanıştığını anlamak için çağdaş sanat sergilerine gidebilir, ya da şiir okuyabilir. ben aramızdaki mesafeyi böyle ölçüyorum kendisiyle. biliyorum, bi mesafe var, gel diyorum, gelmiyor. nazlı. daha çok ısrar etmem, gelmesi için daha çok çabalamam gerekiyormuş.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

12.

yeni tanıştığım bir frenk, Tanrı'ya inanıp inanmadığımı
sordu.
inanmadığımı söyledim.
oysa ben inanıyorum, dedi.
olabilir, dedim.
ama ben, sizin inanmadığınız Tanrı'ya inanıyorum, dedi.

zavallı düş yoksunu!


--------------------------------------------------------------------------------------

hadi yoksa ben bu dünyada boş yere uğraşıyorum, ama ya varsa? diyen hocefendilerden birinin muhabbetine benzemiş.

edgü'ün dediklerinden bağımsız, yazarken aklıma geldi.

inanmayanların, "siz neye inanırsanız inanın, bizi rahat bırakın, sadece medeni insanlar gibi özgürlüklere saygılı olmanızı bekliyoruz" derken sözlerinde çok doğru olduklarını biliyorum. ama özlerinde, yani toplumda çoğunluğa kavuştuklarında gerçekten iananan insanların haklarına saygı göstereceklerinden şüpheliyim.

zaten tarihte gördük öyle adil olmadıklarını, diyeceksin.. ama çevremde, benim gibi samimi insanların da ateist iktidarın gestapoları olabileceklerini hayal ettim, çok uzak gelmedi.

şimdi bile yok mu, ateist, deist insanlarda bi nebze de olsa yukardan bakma? yukardan bakma hali, ne kadar masumca başlarsa başlasın, gücü eline geçirdiğinde "diğerlerini, cahilleri adam etme"ye girişmez mi hemen?

11.

ben otuz yıl önce neysem, şimdi de oyum diyor,
inançlarından sözederken.
değişen dünyadan etkilenmeyen inancın ancak dinsel bir
inanç olacağının farkında bile değil.




----------------------------------------------------------------------------------------

değişmeliyiz değil mi?
yaşımdan mıdır nedendir, kararlılık istiyorum kendimde.
fikirlerimin sık sık değişmesinden çekindiğim,
10 gün sonra tükürdüğümü yalamak zorunda kalmaktan çekindiğim için
şu an aklımda olanları söylerken çok kere düşünüyorum.

halbuki değişmek, çok da kötü bir şey değil, değil mi?

10.

yazdıklarımı, yayımladıklarından itibaren unutmak
yolunu seçtim - önümde bir engel oluşturmasınlar diye.




-----------------------------------------------------------------------------------

unutamıyorum ben. kayda değer şeyler yazmadığımdan, yazar olmadığımdan, kendi yaşadıklarım dışında bi şeyler üretemediğimden olsa gerek.

çok amatörüm ben. stajyer yazar bile değilim daha. 2-3 bloğum var, her konuda azıcık bilgim olsun, düzgün bikaç cümle kurabiliyorum. o kadar. çok küçüğüm ben daha. insan büyüyünce yazar olur mu ki? olmaz. belki bikaç romantik-depresif roman yazabilirim. aslında iyi olur, onlar çok satar, paraya para demem.

evet, yazdıklarımı unutmuyorum, hatta arada bir dönüp bakıyorum, ne yazmışım, nasıl yazmışım diye. bazen tanıyamıyorum onu yazan beni. yine de unutmuyorum.

9.

yapıtlarıyla bir mesaj vermek sevdasında olan bir yazar,
bir sanatçı, bilerek ya da bilmeyerek, aynı zamanda
okuruna, seyircisine masaj da yapmak sevdasındadır.




------------------------------------------------------------------------------------------------



okurla seyirci arasında çok fark var gibi geldi şimdi. seyirci aynı zamanda okur olamaz. çünkü ürünü sunan kafalar farklı. okur ve yazar arasında fiziksel bir göz teması yoktur. alkışını hemen yazısının ardından, okunur okunmaz almayacaktır.

okurunun seyirci olduğunu düşünen yazar, tivit attığını düşünüyor demektir. RT lerin Fav ların yağmasını bekliyor demektir.

8.

bugün, bir antikacıda uzun (15 cm boyunda) bir iğneye
benzeyen, gümüş, tutulacak yeri çiçek tombak bir
nesne gördüm.
ilk bakışta, bunun, kadınların kullandığı bir süs
nesnesi olduğunu sandım.
değilmiş: kitap sayfalarını çevirmek için kullanılırmış.
el yazmalarının aherli sayfalarını tükürüklü parmaklarla çevirmenin bayağılığından tiksinen, dahası kitaba
duyduğu sevgiyi, saygıyı bir sanat nesnesine
dönüştürmüş olan
osmanlıyı düşledim.
ve tabii, kullanmak için olmasa da,
satın aldım bu nesneyi.



---------------------------------------

burada küçümseme ile sinirlenme karışımı duygular doluşuyor bilinçüstüme. bilinçaltımda ne var, bulmaya çalışayım.
 kitapla ilgili bir nesneye saygı bu aslında, kitaba saygı değil. kitaba saygı da çok mühim bir tavır değil aslında. kitap da bir nesne zira. kuranın saygıdan evin en yüksek yerine asıldığı bir coğrafyada yaşıyoruz. anlamını umursamadan bir kitabı okumak, sayfaları incinmesindiye özen göstermek... putlaştırmak değil midir? nesne, hiçbir alanda o kadar da önemli değildir kanımca. olsa olsa anıları çağrıştırır, sevimli, romantik, nostaljik şeyler canlandırır gözünün önünde.

bu nesneyi satın almak. antika biriktirenlere sinirlendim burda. nesnelere olan bağımlılığımıza sinirlendim aslında. bir nesneyi sevdiysem, o illa ki benim olmalı. halbuki onu ilk gördüğüm anda hissettiklerimi kafamda yaşatsam sadece? hiç işime yaramayacak bir nesneyi neden satın alıyorum. sadece süs olsun diye, gördükçe bize huzur versin diye ne çok süs eşyası satın alıyoruz. çevremizde gördüklerimize neden bu kadar bağımlıyız. huzur aslında kafalarımızda değil mi?

huzur bulmak için aldığın bir tabloya en son ne zaman dönüp baktın ve huzur buldun? evden bekleyip durmuyor mu senin bakmanı?

kitaplar bile uzun süre aynı yerde durunca anlamını yitiriyor, biblolaşıyor.

edgü'nün bu cismi satın almasının sebebi ne? ne dürttü onu, ne rahatsız etti? almazsa neyi eksik kalacaktı?

mülksüzlüğe özlemim depreşti sanırım yine, edgü bahane oldu.